Karl Marx’a göre insan, doğası gereği iyi ya da kötü değil, yaşadığı koşulların ürünüdür. Ülkemizdeki koşullar da insanları çürümeye ve vicdansızlığa sürüklüyor. Aile içi ensest, çocuk cinayetleri, toplu hayvan katliamları ve ekonomik kriz, toplumda derin yaralar açıyor.
1-Ensest ve çocuklara karşı işlenen suçlar, aile yapısının ve toplumsal ahlakın çöküşünü gösteriyor. Bu tür vakaların örtbas edilmesi, toplumsal çürümeyi derinleştiriyor.
2-Sokak köpeklerinin belediyeler tarafından topluca öldürülmesi, toplumun vicdanının karardığını ortaya koyuyor. Hayvanlara yapılan zulüm, insanlara karşı da duyarsızlık yaratıyor.
3-Ekonomik kriz, insanları suça sürüklerken, adalet duygusunu zayıflatıyor. Krizin en büyük faturası, en savunmasız kesimlere kesiliyor. Bu süreçte suçlular dışarıda dolaşırken, suçsuzlar cezalandırılıyor.
4-Mülteciler ve yerel halk arasındaki gerginlik, toplumun dayanışma duygusunu yok ediyor. Ekonomik zorluklar ve mülteci karşıtlığı, toplumsal çatışmaları artırıyor.
5-Adalet sistemindeki zayıflık, suçluların dışarıda, suçsuzların ise cezaevlerinde olmasına yol açıyor. Bu da toplumsal vicdanı daha da çökertiyor.
Türkiye’deki bu koşullar, insan doğasını kötüleştiriyor. İnsanların vicdanlarını koruması, bu ortamda neredeyse imkânsız hale geliyor. Vicdan muhasebesi yapmadıkça, bu çürümüş düzende yaşanan kötülüklere ortak oluyoruz.
Ruh sağlığımızı korumak, bu çürümüş düzenin bizi daha fazla yıpratmasına izin vermemek için adım atmak zorundayız. Sessiz kaldıkça, yaşanan haksızlıkların normalleşmesine katkıda bulunuyoruz. Önce kendimize, sonra çevremize karşı sorumluluğumuzu hatırlatmalı, dayanışma ve farkındalıkla bu karanlığa karşı durmalıyız. Artık yeter demek, sadece bir tepki değil, sağlıklı bir toplum yaratmak için zorunlu bir adım.