Oldum olası, sadece duyduğum, bana söylenen ve anlatılan şeylere kulak asmam. Oysa insanlar konuşa konuşa anlaşır. Ben insanları anlamada sadece konuşmanın yeterli olduğuna inanmam, çünkü benim karşımda olanın söylediklerini geçerli kılacak tek bir onay mekanizmam var: o da "hislerim ve eylemler." Ne gördüğüme bakarım; hal, hareketler ve davranışlar esastır benim için. Dünyanın en ikna edici insanı ol, dünyanın en iyi konuşmacısı ol, kelimeleri ve cümleleri sihirliymiş gibi kullanabilme yeteneğin olsun, bende kalıcı bir duygu ve eminlik yaratmaya asla yetmez. Bir şarkı, bir şiir gibi dinlerim ve bir şarkının bana hissettirdiği anlık duygulardan daha fazlası değildir. Bu tavır sonradan edindiğim bir davranış şekli değil, çocukken de böyleydim. Asla dinlemezdim bana söylenen şeyleri, görmek, yaşamak, eyleme geçmiş halini kötü de olsa deneyimlemek isterdim. Biri bana "soba sıcak ve can yakar" dediğinde, kardeşimin elini sıcak mı diye sobaya yapıştırmam gibi. Kötü bir anı farkındayım…
Tabii ki sonradan yapılan uyarıları, elimden geldiğince acı tecrübeyle deneyimleme huyumu yok etmeye çalışsam da arkadaşlık ve insan ilişkilerimde saplantılı şekilde kafamda bir kalıp var. Lafla söylenen şeylerin önemsizliği; illaki söylenen şeyin eyleme geçmiş halini görme ihtiyacı. Yani bir şeyi nasıl düşünüyorsan, hissediyorsan ve ne istiyorsan, öyle davranırsın. Davranışa, eyleme yansımayan her şey boştur, yoktur, hiçtir benim için. Ve tabii ki bu net kalıptan sonra, eyleme geçmemiş, geçirilmemiş her konu kilit.
İnsanlar anlatırlar, anlatırlar… Kendilerini, geçmişlerini, ilişkilerini, yaptıklarını, karakterlerini, duygularını, hikayelerini anlatırlar ve dinleriz. İyi bir dinleyici olmak gerek ve ben de severim dinlemeyi. Ama genelde bu işi can kulağı ile yapmamın tek nedeni, anlatılan ile gerçekte olanın karşılaştırmasını yapabilmektir. İnanılmaz ayrıntıcıyımdır ve emin olun, o kadar nadir geçmiş hikayelerdeki davranış kalıbı ile karşımda olan davranış kalıbı aynı olan insan var ki, öyle bir insanla karşılaştığımda gizliden hayranı olur çıkarım. Yani insanlar bir hikâye anlatırken, kendisinin yaptığı bir hatayı, kendisinin yaptığı yanlış bir seçimi, ya da ne bileyim yaptığı bir hainliği, aldatmayı, hatayı size dipnot olarak çekinmeden anlatabiliyorsa, bilin ki o insanın ağzından çıkanlar bir şarkının hissettirdiği o anlık duygu geçişleri gibi değil, bir kural, bir emir, bir kanun kadar gerçektir.
Çünkü bazı insanlar gerçekten hikâye anlatır ve bazı insanların da hikâyeleri anlatılır. İşte biz ikincisinin hayranıyız...
Bir isim takılmış yalan ve kurgu yaşayan insanların durumuna: "Mitomani." Bu bir hastalık diyorlar ama bana kalırsa bir hastalık değil, tamamen karakterde bir noksanlık, irade kontrolü dışında bir yalanı başka bir yalanla gizleme sanatı ve bir yaşam biçimidir. Tabii ki ben kendimce bu durumun ne kadar hastalık olmadığını söylesem de uzmanların konuyla ilgili açıklamaları, yalan söyleme hastalığının (mitomani) bir çeşit dürtü kontrol bozukluğu olduğunu ve tedavisinin mümkün olduğunu söylemesi, bunu gerçek bir hastalık sınıfına sokuyor.
Uzm. Dr. Ayşin Mutlu Tomaç, bu hastalığı şu şekilde tanımlıyor: “Mitomani çoğunlukla hastanın dikkat çekip odak noktası haline gelmek adına yapmaya başladığı yalan söyleme alışkanlığının giderek hiçbir nedene gerek duyulmadan devam etmesi ve dozunun artmasıdır. Hastalık bazen diğer ruhsal hastalıklar ya da kişilik bozuklukları ile beraber geldiğinden, ilk bakışta ayırtına varılamayabilir. Mitomaninin en çok eşlik ettiği hastalık histrionik kişilik bozukluğudur. Bu hastaların tek amacı vardır: odak noktası olmak. Dikkatleri üzerine çekmek için yoğun bir istek ve arzu duyan kişi, bunu başarabilmek adına olayları inanılmayacak derecede büyütmeye, abartmaya, dramatize etmeye başlar. Bunu sağlamak için de mecburen yalan söyler.”
Yani bu dürtünün altında yatan yegâne sebep, kabul görme, kendini kamufle etme ve karşısındakini amaçları doğrultusunda manipüle etme yatıyor. Aslında bu insanı tanımak kolay değil deseler de, söylediğim gibi davranışlara ve tavırlara yansımayan düşüncelerden bu insanları anlamak çok da zor değil. Çünkü bu insanların anlattıkları ve davranışları arasındaki kurgu hataları kendini gösterir. Can kulağı ile dinlemek, bu yüzden önemlidir.
Son 23 yılda bu mitomani tanımını vatandaş olarak çok fazla kullandık. Bu gözler neler gördü, kulaklar neler duydu. Kendi kendini yalanlayan, çürüten mi ararsın? Hayali düşmanlar mı ararsın? İçinde birebir olduğumuz ve yaşadığımız konuların gerçek dışı kurgularla tekrar bize sunulmasını mı ararsın? Neyse... Hoca bunu yaparsa cemaat ne yapmaz? Davası ve aslında hepimiz çok iyi biliyoruz ki bu hastalıktan muzdarip insanların ortaya çıkacak yalanları bile gönül rahatlığıyla söylemekte bir sakınca görmediğini, yalanları ortaya çıkarsa çirkeflik, alınganlık ve karalama ile sizi hatalı ve suçlu çıkaracak kadar güçlü savunmaları olduğunu...
Vatandaş olarak uzmanlık alanımız oldu bu konu. Hal böyleyken sosyal hayatımızda, bu hastalığı tanımayıp hataya düşüyoruz işte. Bunu bir sorgulamak gerek. Sanırım burada devreye giren kendimizi kandırma sanatımız. Yalan güzelse inanırım, tamamen keyfime bağlı deme özgürlüğüne her zaman sahipsiniz.
Çevrenizde böyle bir insan varsa, hatta bu sevdiğiniz bir arkadaşınızsa, emin olun belli bir müddet sonra kendisine tahammül etmek her geçen gün zorlaşır. Belli bir müddet sonra sohbetlerinizin tadı kaçar çünkü o sürekli yalan söylemeye o kadar alışmıştır ki, söylediği yalan eski yalanını ortaya çıkardığı halde o bunun farkına varmaz. Ama sizin dikkatinizden kaçmaz ve belli bir zaman sonra onu dinlemediğinizi anlattıkları arasındaki kurgu hatalarını bulmaya çalışmak dışında onunla bir şey paylaşmadığınızı anlarsınız. Çünkü o kadar çok yalan söylemektedir ki, söylediği yalanları kendisi bile unutmaktadır. Kalbini kırmamak için arkadaşlar arasında gizliden gizliye idare edilip arkasından kulis yapmanın ona bir fayda sağladığı hiç görülmemiştir. Ben kesinlikle her yalanın ve mantıksız kurgunun onu sarsarak yüzüne vurulmasından yanayım. Çünkü asıl arkadaşlık ve insan olmanın bu olduğunu savunuyorum.
Sakın sanmayın, bu insanın yalanlarını yüzüne serdiğinizde, sizden özür dileyip yoluna girecek, utanıp yüzü kızarıp "Ben ne yaptım böyle?" diyecek. Emin olun, üstüne bir de sizi suçlayacak, ortaya çıkan yalanlar umurlarında olmayacak ve hatta günah keçisi siz olacaksınız, gözünüzün içine baka baka, gözünüzde bir kum tanesi kadar küçülmeyi umursamadan sizi karalayacaklar.
İşte o zaman, bu durumun gerçekten bir hastalık olduğunu anlayacaksınız.
Dışarıya, başkalarına yalan söyleyen insanlar kadar kendilerini aldatma sanatında ustalaşan bir grup insan daha var: hiçbir şey yapmadıkları halde sürekli olarak büyük planlarından, hedeflerinden ve hayallerinden bahsedenler. Bu insanlar başkalarını yapacaklarına inandırmakla kalmıyor, kendi hayatlarını da koca bir yapacaklar listesinin ardında geçiriyorlar. Ancak gerçekte bu listeleri hayata geçirmek için harekete geçtiklerini nadiren görürsünüz. Eyleme dökülmeyen bu büyük sözler, hayallerin büyüklüğü kadar büyük bir yanılgıyı da beraberinde getiriyor.
Özellikle sosyal medyanın yükselmesiyle bu yanılsama daha da kuvvetlendi. Sosyal medya, üretmekten çok, “anlatmak” için mükemmel bir zemin sağlıyor. İnsanlar, "Şunu yapacağım, bunu başaracağım" diye paylaşımlar yaparken aslında sadece oldukları yere çakılı kalıyorlar. O hayal balonlarını şişirdikçe, yerlerinden kalkıp bir adım atacak enerjileri kalmıyor; sıfır üretimle, bolca vaat ve iddia içinde debeleniyorlar. Yapacaklarını uzun bir listeye dönüştürerek başarıya yaklaştıklarını sanıyorlar, halbuki bu liste her paylaşımla onları gerçek başarıdan daha da uzaklaştırıyor. Neticede, sözlerle beslenip bir yere varmayan, bir amaca bağlanmayan koca bir potansiyel kaybıyla karşı karşıya kalıyorlar.
Eğer sadece biraz daha az konuşup, gerçekten üretmeye, bir şeyler yapmaya zaman ayırsalar, belki de bu kadar devasa ve şişirilmiş hayalleri olmayacak. Kendini sürekli yapılacaklar listesiyle oyalamak ve bu listeyi başkalarına da sürekli pazarlamak, hem kendi zamanlarını hem de çevresindekilerin enerjisini boşa harcamaktan başka bir şey değil. İnsanların hedefleri vardır, fakat bu hedeflere ulaşmak için kendilerini sessizce adayanlar, kendi hayatlarına sahip çıkanlardır. Onlar, yapacaklarını sözde değil, eylemle gösterirler.
Unutmayın, sizi eylemleriniz tanımlar, vaatleriniz değil. Gerçek başarı, sahte balonların şişirildiği bir dünyadan uzak, gerçek bir üretimle, sessiz ve kararlı adımlarla gelir.
Hepimizin en büyük ihtiyacı sevilmek ve kabul edilmek. Ama bunu size büyük ve süslü cümlelerle yaşatan insan, sahici değildir. Gerçek olan, eylemleri, hareketleri ve size hissettirdiği tarifsiz duygularla sizi sevendir. Seviyorsa, bunu zaten yaptıklarıyla iliklerinize kadar hissettirir. Gerçekten süslü sözlerindeki kadar önemliyseniz, öncelikleri arasına sizi alır. Kısacası, davranışlara yansımayan sözden ve laftan ibaret sevgi saçmadır, kurgudur; kaçın, kurtulun.
Bu yoldan giderseniz, hiç ama hiç yanılmadığınızı göreceksiniz.
"Sen yaptığın şeysin, yapacağını söylediğin şeyler değil."
Carl Jung