Bir zamanlar, adı Yansı olan bir ülke vardı. Bu ülke, yüzeyde parlak görünse de içten içe çürüyordu. Yansı halkı, kalitesiz olana hayranlık duymayı alışkanlık edinmişti. Kurnazlığı zeka sanıyor, samimiyetsizliği cazip buluyordu. İyi ve dürüst olanlara ise "aptal" damgası vuruyor, onların çabalarını küçümsüyorlardı. Yalan, dolan ve gösteriş üzerine kurulmuş bu toplum, doğruyu söyleyenleri, dürüst çalışıp emeğiyle kazananları dışlıyordu. Yeterince "uyanık" değillerdi çünkü; "başarılı" olmanın yolu, kısa ve dolambaçlı yollardan geçiyordu.
Bu toplumun içinden bir genç kadın olan Peri, her şeyi gören ama hiçbir şey yapamayan aciz biri gibi hissediyordu. Bu toplumda dürüstlük yalnızca başını derde sokardı. Ama içinde bastıramadığı bir öfke vardı. Yansı’nın çürümüşlüğüne her baktığında, onun sadece kötü değil, artık geri dönülemez bir karanlığa doğru sürüklendiğini hissediyordu.
Bir gün, adaletsiz bir davada suçsuz bir adamın hapse atıldığını öğrendi, o ve ailesi için derin bir üzüntü duydu...
Aradan biraz zaman geçti ve Peri bir sabah gazeteleri karıştırırken karşısına çıkan haber ile irkildi " Üç Karısını Öldüren Adam Dördüncü Cinayetini İşlerken Yakalandı " bu başlık gözünde şimşekler çaktırdı, haberin detaylarını okudukça bu adamın zaten cezaevinde olması gerektiği ama iyi hal, korona, aklının vicdanının almadığı sebeplerle dışarıda olduğunu öğrendi, serbest kalınca ilk işi 4. karısına musallat olup yine kan dökmek olmuştu...
Böyle bir adam, böyle bir cani nasıl olur da bir kez daha öldürme fırsatı bulurdu!
Peri’nin en canını acıtan kısmı, kimse bu olanlara ses çıkarmamıştı, herkes susmuştu, hiçbir şey olmamış gibi herkes hayatlarına devam ediyordu. Herkesin kabullendiği bir gerçek vardı: Yansı’da parası ve gücü olanlar her şeyi yapabilir, istediklerini elde edebilirlerdi. Hukuk yalnızca bir araçtı, güçlünün elinde eğilip bükülen bir araç. Peri dayanamadı. "Artık susamam," dedi kendi kendine uzun bir yolculuğa çıkmak için hazırlık yapmaya başladı. Peri, ailesinin ve çevresinin kendisine dayattığı bu sığ dünyayı hep sorgulamıştı. "Neden doğru olanın değeri yok?" diye düşünürdü. Annesi ona, "Dünyayı değiştiremezsin, boşuna çırpınma," derdi. Babası ise, "Sistem böyle, sen de uy," diye nasihat verirdi. Ama Peri’nin içindeki vicdan ve adalet duygusu susmazdı. Bu yüzden, gerçek değerlerin olduğu başka bir yer var mı diye keşfe çıkmaya karar verdi.
Yıllarca süren yolculuğunda, Peri birçok farklı toplum gördü. Bazıları tıpkı Yansı gibi çürümüştü; bazıları ise dürüstlüğü, emeği ve bilgiyi en yüce değer olarak kabul etmişti. Bu toplumlar gelişmiş, refah içinde ve mutluydular. Orada insanlar birbirlerine saygı gösteriyor, iyilik yapanlar el üstünde tutuluyordu. Peri, bu farklılıkların nedenini araştırdı ve bir gerçeği fark etti: Bir toplumun yükselişi ya da çöküşü, neyin değerli kabul edildiğiyle doğrudan ilişkiliydi. Eğer bir toplum kısa vadeli çıkarlar uğruna, yüzeysel ve geçici olanı yüceltirse, zamanla kendi ruhunu kaybediyordu. Ama gerçek erdemleri; adaleti, bilgeliği ve dürüstlüğü kucaklayan toplumlar ayakta kalıyordu.
Peri, bu öğrendikleriyle topraklarına geri döndü. Kendi halkını uyandırmak, onları adalet ve dürüstlükle tanıştırmak istiyordu. Ancak onu bekleyen toplum, hatalarını kabullenmeye hazır değildi. Peri’nin sözleri başlangıçta duvarlara çarpar gibi geri dönse de o asla vazgeçmedi. Çünkü biliyordu ki, hakikatin tohumu bir kez ekildiğinde, er ya da geç filizlenecekti.
En son çare sokaklarda bağırarak yürümeye başladı: "Suçlular dışarıda, dürüstler içeride! Ne kadar daha bu yalana boyun eğeceksiniz?" Ama insanlar sadece başlarını çevirdi. Onu deli sanıyorlardı. Bu toplumda gerçeği dile getirmek, delilik sayılıyordu. Peri’nin öfkesi büyüdü, içindeki haykırış susturulamaz hale geldi. Gördüğü adaletsizliği, toplumun yozlaşmışlığını her yerde dile getirdi. Ancak bu cesareti, sistemin gözünden kaçmadı.
Bir gece, kapısı kırılarak açıldı ve Peri sürüklenerek hücreye atıldı. Hiçbir suç işlememişti. Tek "suçu", halkı uyandırmaya çalışmaktı. Hücresinde yıllarca çürüdü. Kimse ona neden orada olduğunu söylemedi; kimse ona kulak asmadı. Dışarıda ise toplum daha da karanlığa gömülüyordu. Artık hiçbir yasal düzen işlemiyordu. Suçlular ve katiller, güçlerini daha da artırmış, sokaklar kan gölüne dönmüştü. Herkes kendi adaletini aramaya başlamıştı; insanlar ellerine silahlar alıp kendi davalarını çözmeye çalışıyordu.
Yansı, vahşi bir kaosa sürüklenmişti. Yargı sistemi çökmüş, insanlar güvenliğini kaybetmişti. Herkes birbirinden şüphe ediyor, her köşe başında ölüm bekliyordu. Bir zamanlar Peri’nin haykırdığı gerçekler şimdi insanların yüzüne tokat gibi çarpıyordu. Ama artık çok geçti. Peri gibi adalet için sesini çıkaranlar zindanlarda çürürken, sokaklar suçlulara kalmıştı.
Sonunda, Yansı halkı kendi elleriyle yarattıkları bu karanlıkta boğuldular. Peri’nin sesini susturmuşlardı, ama susturdukları o ses onların felaketini de müjdelemişti. Yansı’nın ışığı sönmüş, yerini sonsuz bir kargaşa almıştı. Hakikati görenlerin sesi bastırıldıkça, karanlık daha da büyümüştü. Geriye kalan tek şey, insanların kendi elleriyle yarattıkları bu vahşi ortamda hayatta kalmaya çalışmaktı.
Her hikaye mutlu bitmez. Bazen toplumlar, kendi sonunu kendileri hazırlar. Kötülüğe ve vasata eğilim sürdükçe, kaçınılmaz bir çöküş beklemek yanlış olmaz. Bu, yalnızca bireylerin değil, toplumsal dinamiklerin de bir sonucudur. Gerçeklik acımasız olabilir; bir toplumu, adaletten ve erdemden uzaklaştıran her seçim, onları karanlık bir sona sürükler.
Hikayeleri mutlu bitirmek için daha çok eğitime, daha çok empatiye ve sevgiye ihtiyaç var. Gerçek sevgi, insanları bir araya getirir, anlayış ve hoşgörü tohumlarını eker. Eğitim, bireyleri sorgulayan, düşünceli ve vicdanlı bireyler haline getirir; onlara, hayatta önemli olanın ne olduğunu öğretir. Empati, diğerlerinin acılarını hissetmemizi sağlar ve bu da toplumsal dayanışmayı artırır.
Ancak bu değerler benimsenmedikçe, insanların kalpleri ve zihinleri karanlığa gömülmeye devam edecektir. Toplumun ruhu, doğru olanı kabul etmeye hazır değilse, gelecekte bekleyen son kaçınılmazdır. Kötülük ve yüzeysellik, sadece birer geçici zevk sunar; ama gerçek mutluluğu ve huzuru bulmak için, derin bir dönüşüm şarttır. Eğer bu dönüşüm sağlanmazsa, hikayenin acı bir sona doğru sürüklenmesi kaçınılmaz olacaktır.
Sevgiler
SeA.