Herkesin bir umudu vardır,
Bir savaşı, bir kaybedişi,
Bir acısı, bir yalnızlığı,
Bir hüznü…
Çünkü herkesin bir gideni vardır,
İçinden bir türlü uğurlayamadığı.
TURGUT UYAR
Hepimizin ortak bir umudu vardı. 18 yıl boyunca bir gün bile vazgeçmediği bir davası. Her kayan yıldız, parmağımızın üstünde kalan bir kirpik, Hıdrellez gecesinde üstünde atlanan ateş, yeni yılın ilk saniyesindeki dilek hakkı; direnmek için bir sebep, bir umut olmuştu bize. 18 yıl boyunca kimsenin başka bir dileği olmamıştı. Umut, bazen evlatlarımızdı. Bizler başaramazsak, inandığımız değerleri yaşatmak için koymuştuk çocuklarımızın ismini Altay diye. Çocuklarımız umudumuzdu, umudumuz tükenmezdi…
18 yılda ne savaşlar yaşamış, yenilmiş ordular kadar kimsesiz, sahipsiz kalmıştık. Meclis tutanaklarına geçen teşvik şikesi belgelerine rağmen düşürülmüş, devlet şikesi diye bugün herkesin tanımladığı Diyarbakır stadında kuşatılmış, kaybetmiştik. Türkiye’de hiçbir stat deprem nedeniyle tahliye edilmezken, ismimizle özdeşleşmiş stadımızdan çıkartılmış, evsiz bırakılmıştık. Tam 18 yılda ne çok kaybetmiştik. Bazen katledilmiştik, bazen biz kafamıza sıkmıştık.
Hepimizin acısı çoktu. Değil 2.Lig, 3.Lig, sokakta oynasa kaldırımdan destekleyeceğimiz armanın hak etmediği yerde olması bıçak gibi saplanıyordu yüreğimize. İlericiliğin, vatanseverliğin takımı, kurucularının yapıtaşı, sevdalıların Türkiye Cumhuriyetinin harcı olduğu Altay, köy kasaba takımları ile mücadele ediyordu. Bir gün bile eksilmese de sevgimiz, içimiz acıyordu armaya…
William Shakespeare Macbeth’de ne söylemişti: ‘içinizi dökün, dile gelmeyen acı, zaten dolu olan yüreğe akar, onu parçalamaya zorlar.’ Yapayalnızdık. Ne içimizi dökebilecek bir kurum ne yetkili vardı. Dile getiremediğimiz acılar, gasp edilen haklarımız zaten dolmuş yüreğimize akmış, onu pare pare hale getirmişti.
Gittiğimiz her köyde, kasabada hüzünlüydük. Fenerbahçe, Galatasaray’ı yenemedik diye üzülürken şimdi rakipler Kızılcabölük, Kozan, Erzin, Pazar’dı. Adını duymadığımız, hangi şehirde olduğunu birbirimize sorduğumuz ilçelerin deplasmanına yolculuk ederken hepimiz hüzünlüydük. Altyapıdan çoluk çocuk gittiğimiz yerlerde insanlar bize soruyordu: ‘Gerçekten Büyük Altay, bu çocuklar mı? Yoksa sizler genç takım mısınız?’ Gözlerimiz doluyor, süper lige dönüşümüzü hayal ediyorduk.
Hepimizin elbette gidenleri vardı. İçimizden bir türlü uğurlayamadığı. Hepsi bir olmuş, simsiyah bembeyaz bir davaya dönüşmüştü. Yitirdiklerimizi huzura kavuşturmanın bir kavgasıydı adeta. Kimi Süper Lige geri dönme sözü verdiği vefat etmiş babası, kimisi kardeşi için, kimi ölmeden bir kez de olsa armayı yeniden en üst ligde görme hayali ile yürek vermişti bu kavgaya.
Büyük Mustafa, Büyük Altay bana sadece görev emri verir dedi ve 1980’de Türkiye Kupasını kaldırdığı elleriyle dokundu her şeye, tüm yüreklere. 28 yaşında ülkenin en genç başkanlarından biri olarak giydiği ateşten gömlekle beş yılda üç şampiyonluk yaşayarak adını altın harflerle tarihe yazdırdı Özgür Ekmekçioğlu ve arkadaşları. Onların bir hayali vardı. Yediden yetmişe, herkesin seferberlik ilan ettiği bir kurtuluş; bir var olma savaşı. En tepedeki komutandan, konuşmaya yeni başlayan adı Altay davası Altay olan çocuklarımıza. Ahmed Arif gibi seni zemheri günlerinde bahar gibi düşündük. Bu hasret bitti. Bu arma hak ettiği yerde. Kutlu olsun…