Başlıkta üç büyükler kavramını gören, futboldan hoşlanmayan dostlarım, bu yazının futbol içerikli bir yazı olmasından endişe edebilirler. Ama rahat olsunlar, bu haftaki yazımda kesinlikle futbol yok. Ama sonucunu yine de Anadolu kültürü üzerinden futbola bağlayacağımın da tüyosunu baştan vermiş olayım.
Anadolu’nun kültürel ve felsefi üç büyüğünün Mevlana, Nasreddin Hoca ve Yunus Emre olduğunu düşünüyorum. Tarihçi olmadığımın altını peşinen çizerek ve sürçü lisan edersem hoşgörünüzü umarak bazı saptamaları sunarak bu hafta hep beraber düşünelim istiyorum.
Yıllar önce Eşrefpaşa Hastanesinde yaptığımız bir dost sohbetinde laf şehirlere ve özelliklerine gelmişti. Konya ilinin Mevlana etkisiyle hoşgörü kenti unvanına, çok sevdiğimiz Çocuk doktoru ağabeyimiz Ahmet Aydınok şiddetle itiraz etmişti. ‘Ne hoşgörü kenti, öğrenciyken otobüs durağında güldük diye bize taşla sopayla saldırmışlardı’ öyküsü son noktayı koymuştu. O gün için değerlendirmemiz ‘Mum dibini aydınlatmazmış’ saptamasıydı.
İlk o zaman dikkatimi çekmişti Mevlana ve Nasreddin Hoca aynı zaman diliminde Konya ve Akşehir gibi çok yakın mesafede yaşadıkları halde nasıl olur da hiç ortak öyküleri yok diye. Üstelik Yunus Emre’nin de Mevlana’nın olgunluk dönemine gençlik döneminin denk gelmesi şaşırtıcıydı. O dönemde okumaya başladıkça beni şaşırtan tarihi değerlendirmelere denk geldim. Bugün biraz onları sizlerle paylaşım arzusundayım.
Öncelikle hocaların hocası unvanlı tarihçi Halil İnalcık’ın son yıllarda Mevlana ile bütünleştirilmiş sevgi ve hoşgörü kavramlarının ona atfedilen hayali kavramlar olduğunu ve eserlerinde sevgi ve hoşgörünün olmadığı tespitiyle sarsıldım. Üstelik Mevlana ile özdeşleşmiş ‘Gel, Ne olursan ol gel’ sözünün ondan iki yüzyıl önce yaşamış Ebu Said Ebu-l Hayr’a ait olduğunu öğrenince merakım daha da arttı.
Yine gel, yine gel; ne olursan ol, yine gel
Kâfir, ateşperest putperest olsan da yine gel
Bizim dergahımız değildir umutsuzluk dergahı
Yüz kere tövbeni bozmuş olsan da yine gel
Farsça dilini bilen uzmanlar, kelimelerin taşıdığı iki anlam nedeniyle burada çağrının ne olursan ol gel değil, ne olursan ol tövbe ederek gel çağrısı olduğunun da altını çiziyorlar. Yine Halil İnalcık, Mevlana’yı Moğollarla işbirliği yapan ve Fars kültürüne tutkun Selçuklu seçkin sınıfına hitap eden biri olarak tanımlıyor. Mevlana’nın aksine 1261 yılında Moğolların Anadolu istilasına direnirken katledilen Ahi Evran olarak tanınan Nasreddin Mahmut’un ise Türkmenlere yakın bir halk adamı olduğunu ifade ediyor. İkilinin 1247’de Şems’in katledilmesinde de karşı karşıya oldukları söyleniyor. Hatta Ahi Evran ile beraber hareket eden Türkmenlere yakın Mevlana’nın oğlu Abdullah da Şems’in öldürülmesinde önemli rol oynuyor. Sonrasında onun öldürülmesinden sonra Mevlana tüm ısrarlara rağmen kendi öz oğlunun cenazesine katılmamıştır.
Ortaçağ tarihçisi Prof. Dr. Mikail Bayram benim de okuduklarımla inandığım bir tezi savunmaktadır. Nasreddin Hoca olarak bilinen karakterin Nasreddin Mahmut yani Ahi Evran olduğunu öne sürmektedir. Hatta bazı belgelerle Ahi Evran’ın katledilmesinin sorumlusunun Mevlana olduğunu kanıtlamaktadır. Zaten Anadolu’nun Moğollarca istilası sonrası Ahilere ait tüm zaviyeler Mevlevilere verilmiştir. Ahi Evran’ın bazı öğrencileri hocanın katledilmesinden sonra Akşehir’e yerleşmişler ve burada onun adına bir türbe yaptırmışlardır. İşte bu türbe bugün Nasreddin Hoca Türbesi olarak bilinmektedir.
Mevlevi inancı kim olursa olsun gücü iktidarı elinde bulunduranlara biat ve itaat etmeyi buyurur. Çünkü o gücü iktidara Allah vermiştir. Moğollar güçlüyse onlara itaat etmek, Allah’a karşı koymamak anlamına denk geliyordu. Bu görüş Anadolu’da yaygınlaştı ve kökleşti. Bugün Anadolu’da güçlüye boyun eğen, iktidarların hep yanında olma eğilimi bu itaatçı biatcı kültürden filizlendi.
Türkmen topluluklar Mevlana’ya tepkisel olarak Yunus Emre’yi ön plana çıkartmaya çalışmışlar, genç yaşında onun felsefesini yücelterek bir anlamda Moğol zulmüne karşı direnişlerini sürdürmüşlerdir.
Ve bugünlük son söz. Anadolu’da üç büyük diye tanımlanan takımların bu kadar yaygın taraftar topluluklarının olmasının sebebinin de bu kültür olduğuna inanmaktayım. O sebeple güce itaat etmeyen, kendi kimliğinin mücadelesini veren Yunus’lar Emre’ler olmaya devam edeceğiz. Sürçü lisan ettiysek affola.