Dibin dibi var derlerdi, ben pek inanmazdım. Elbette bir yerde dibi görür yukarı çıkmaya başlarız diye düşünürdüm. Yanılmışım… Hem ülkem hem şehrim hem de mesleğim adına hala daha da derinlere batıyor olmamız ve dibini görmememiz insanı umutsuzluğa iten en büyük etken.
Her şey çok güzel olacak mı? Kim bilir? İnşallah olur. Biz elimizden geldiğince iyi olsun diye uğraşmaya devam edeceğiz, gerektiğinde kavgaya da girmekten çekinmeyeceğiz. Zaten kavgadan çıkabildiğimiz de yok...
Türk gazeteciliği uzun zamandır büyük zorluklarla mücadele ediyor. Birçok insan olumsuzlukların AK Parti ile başladığını düşünerek geçmişi unutsa da aslında 12 Eylül 1980 darbesinden bu yana ciddi yaralar almış bir mesleğin çalışanlarıyız. Başarılı birçok büyüğümüz ve çalışma arkadaşımız ya mesleği bıraktı ya da yaptıkları haberlerden dolayı işlerine gelmeyenler tarafından marjinal gösterilerek toplumdan koparılmaya çalışıldı. Geriye kalan arkadaşlarımız ise etliye sütlüye dokunmadan asgari ücret alarak siyasilerden ve belediyelerden gelen bültenleri haber sitelerine girmekle meşgul.
Gerçek gazeteciler sistematik bir şekilde mevcut duruma düşürülünce basın ortamı da bambaşka bir kitlenin eline düştü. Üstelik bu kitle azımsanmayacak kadar da kalabalık ve cüretkar. Hatta gerçeklerin peşinde koşan en gözü kara gazetecilerden bile çok daha cesur ve atılganlar. Çünkü siyaseten destek görüyorlar ve en önemlisi adli makamlar önünde verecekleri bir hesap yok.
Peki kim bu kitle?
Basın esnafı kitlesi. Haberi alınıp satılan bir meta olarak gören, gerçekleri yazmaktansa parasını verenin davulunu çalan, çığırtkanlığını yapan, maması kesilince de sanki yıllardır gazetecilik yapıyormuşçasına "Ben yazarım kardeşim, gazeteciyim" diye ortalıkta gezip ahkam kesen bir kalabalık. Bu arkadaşları genelde belediye başkanlarının ve meclis üyelerinin sofralarında sık sık görürsünüz. Bunların en yakın dostları masalarına oturdukları, en büyük düşmanlarıysa masalarına oturamadıkları ve nemalanamadıklarıdır. Hepsi bu.
Aslında İzmir'deki son dönemde yeni belediye başkanlarını birçok cepheden eleştirmelerine de bu gerçekler ışığında bakmakta fayda var. Bunun meslekteki adı da gel gel oldu.
Utanç verici! Bir gazetecinin sokaktaki hanutcunun ağzını kullanarak meslek ilkelerini ayaklar altına alması asla kabul edilemez.
Elbette bazı gazeteci arkadaşlarımızın yaptıklarını tenzih ediyorum. Ne kadar kötü bir ortamda olsak da gazetecilik yaparak gerçekleri anlatmaya çalışan meslektaşlarımızla onur ve gurur duyuyoruz.
Ama tek hedefi belediyelerden para kopartmak olanları, mesleği kullanarak eşinin dostunun hatta karısının üstünden belediyelerden ihale kopartanları, belediye koridorlarında duyduklarını "Yazarım ha!" diyerek tehdit ve şantajda bulunanları da savunmamız ve meslektaşımız olarak görmemiz mümkün değil. Bazı belediye başkanları ve siyasiler gerçek gazeteciler yerine bu kişilerle diyalog kurmayı tercih edebilirler. Kendi tercihleri. Bu sözde gazeteciler bu siyasiler sayesinde kopardıkları kamunun paralarıyla evler, arabalar, yazlıklar alırken, siyasilerin ise siyaset çöplüğünde paçavraya döndüklerine gözlerimizle şahit olduk. İzmir'de iki taraf için de yeterince örnek var.
Ancak artık tuz koktu. Bu sözde gazeteciler artık neredeyse gerçek gazetecilere önümüzde ceketinizi ilikleyeceksiniz deme noktasındalar. Hatta işi öyle bir duruma getirdiler ki, istersek belediye başkanlarının kafasını alırız deme noktasındalar. Bu sadece meslek etiğine aykırı değil, aynı zamanda yasal bir suçtur.
Benimki de laf! Sanki yasaları okuduklarında anlayabilecek kapasitedeler. Hoş anlasalar da uymazlar, çünkü onlar yeni nesil duayen gazeteciler. Bu noktada da kimse kusura bakmasın, İzmir'de gazeteciliğin bu duruma gelmesinin en büyük suçu da yıllardır hepimizin her pahasına desteklediği CHP'dir. Şimdi kendi elleriyle yarattıkları vitaminsiz canavarlar, kendi belediye başkanlarını yemek için pusuda.