ÖMER FARUK ALTIN/EGE’YE BAKIŞ-Türkiye’de siyaset uzun yıllardır iki kutuplu bir yapıya hapsolmuş durumda. Ancak bu dar kalıpların ötesinde, demokrasi kültürünün temel taşlarından biri olan çok sesliliği güçlendirmek ve farklı siyasi partilerin halkla buluşmasına katkı sağlamak büyük önem taşıyor. İşte tam da bu nedenle başlattığım röportaj serisinin ilk durağında, Türkiye Komünist Partisi İzmir İl Başkanı Savaş Sarı ile bir araya geldik. Türkiye’nin genel meselelerinden İzmir’in yerel sorunlarına kadar pek çok konuyu ele aldığımız bu röportajda, TKP’nin bakış açısını dinledik. İşte Türkiye Komünist Partisi’nin gündeme dair değerlendirmeleri…
TÜRKİYE KOMÜNİST PARTİSİ’NİN ÜLKE GÜNDEMİNE YÖNELİK GÖRÜŞLERİ
Teğmenlerin ihracı: “Türkiye’de Cumhuriyet’e yönelik bir karşı devrim refleksi söz konusudur”
Savaş Sarı: Sadece teğmenlerin yemin töreninin devamında attıkları bir slogan ya da Mustafa Kemal'in askerleriyiz ifadesinden ibaret bir sorunla karşı karşıya değiliz. Uzun bir süredir, AKP iktidarı eliyle, Cumhuriyet'in kazanımlarına dönük bir saldırı gerçekleştirildiğini, bu kazanımlardan kurtulmaya çalıştıklarını ısrarla vurguluyoruz. Gerçekten de AKP, iktidarda olduğu 20 yıl boyunca, Cumhuriyet’in bir dizi kazanımının ortadan kaldırılmasına yönelik çok ciddi müdahalelerde bulundu. Bunu aslında bir karşı devrim süreci olarak da tarif edebiliriz. Şimdi, karşı devrimci bir iktidarın; topluma ileri belli kazanımlar ve değerler kazandırmış belli referanslara dolayısıyla Türkiye’de Cumhuriyet’in kurucu önderi Mustafa Kemal’e karşı bir pozisyon alması, onun isminin anılmasından ve savunulmasından rahatsızlık duyması şaşırtıcı değildir. Yani aslında Türkiye’de Cumhuriyet'e yönelik bir karşı devrim refleksi söz konusu. Teğmenlere yönelik gerçekleştirilen olay da bunun bir yansımasıdır. Elbette bunun dışında düzen siyaseti içerisinde ve hatta AKP içerisinde de yaşanan bir mücadeleden kaynaklanan boyutları da var bu olayın, gözlemleyebildiğimiz kadarıyla.
Tarikat ve Cemaatler: “Sadece dinsel yapılar değil aynı zamanda siyasi güce sahipler”
Savaş Sarı: Biz, siyaset alanının ve aynı zamanda da toplumsal yaşamın nasıl yürümesini, nasıl işlemesi gerektiğinin tarif edildiği bir düzlemde dinin belirleyici olmasına karşıyız. Her insanın din ve inanç özgürlüğü vardır. Ancak, kimi dinsel tanımlar üzerinden toplumsal yaşamın kurallarının belirlenmesi, onun da ötesinde bir ülkenin yönetiminin belirlenmesi doğrultusundaki her tür girişimin bilime, insana ve emeğe karşı bir müdahale olduğu görüşündeyiz. Tarikatlar ve cemaatler, aslında toplumsal yaşamın ve onunla sınırlı kalmayacak şekilde siyaset, ekonomi, devlet alanının kimi dinsel kurallar üzerinden tarif edilmesi etrafında ortaya çıkmış yapılanmalardır. Tarikatların başka bir etkisi de var. Cumhuriyetin en önemli kazanımlarından bir tanesi Türkiye'de yurttaş tanımıdır. Padişahın, halifenin tebaası, kulu olan insanlar, tek tek Cumhuriyetin de sahibi olarak tarif edilen bir yurttaşlık kimliğiyle tanımlanır hale geldiler. Şimdi, tarikatlar toplumu o yurttaşlıktan tekrar tebaa pozisyonuna, yani cemaat denilen, aslında tek tek insanların kimi haklarının olmadığı ya da o haklar üzerinde daha yukarıda birilerinin söz sahibi olduğu, onların belirlediği kurallar üzerinden her şeyin tarif edildiği bir yere doğru çekmeye çalışıyorlar. Tolumun cemaatleştirilmesi insanların, bu memlekette emeğiyle geçinen insanların sömürüye boyun eğmesini de, bu memlekette yaşanan kimi adaletsizlikleri, haksızlıkları kabullenmesini de, ortadaki çok açık eşitsizliğe, bir avuç asalağın bu ülkenin tüm zengiklerinin üzerine çökmesine de boyun eğmesini sağlıyor. Tarikat ve cemaatler, bu dediğim nedenlerle de sadece dinsel oluşumlar veya yapılanmalar olarak yoklar. Aynı zamanda bir siyasi güce sahipler. Hatta kimi bakanlıkları, yönetimleri, kimi bürokrasinin içerisindeki oluşumları belirleyen bunun için kendi aralarında mücadele eden güçler olarak da karşımıza çıkıyorlar. Ekonomik güç olarak, hatta holdingler olarak da karşımıza çıkıyorlar.
Göçmen ve Mülteciler: “Sadece bizim maruz kaldığımız değil, topyekûn bütün dünyanın maruz kaldığı bir sorun”
Savaş Sarı:Bir kere en temelde, Türkiye’de o bütün zenginliklere el koyan bir avuç asalak, o göçmen nüfusun emeğine, ucuz iş gücüne ihtiyaç duyduğu için Türkiye’de göçmenler var. Mehmet Şimşek, sanırım 1-2 hafta önce açıklamıştı. Diyor ki, "Türkiye’de emek pahalı. Dünya’daki birçok yere göre Türkiye’de emeğe harcanan para, maliyet yüksek ve bunun düşünülmesi gerekiyor" diyor. Şimdi göçmen nüfus, o emeğin değerinin düşürülmesinde ciddi bir etken çünkü ucuza çalışıyor, kaçak çalışıyor, hiçbir sosyal güvencesi olmadan çalışıyor. Dolayısıyla sermayedarlar, patronlar, holdingler açısından göçmen nüfus, kendi işçilere ödedikleri ücretin, yani o maliyetin düşürülebilmesi için büyük bir olanak sunuyor.
Bir nedeni daha var. O da, şu anda hâlâ devam eden, Türkiye’nin de içinde yer aldığı bölgemizin büyük emperyalist ülkeler arasında yeniden paylaşımına dönük verilen kavga. Yani aslında bir savaş yürüyor. bu savaşta belki doğrudan emperyalist güçler hiç yer almıyor ama sonuçta, cihatçı terör örgütleriyle ya da başka unsurlarla o savaşları yürütüyorlar ve o savaşların yaşandığı ülkelerdeki halklar açısından çok büyük bir mağduriyet var. Kendi yaşam koşullarının bozulmasını bırakın, yaşamları tehdit altında kalıyor ve o insanlar, kaçınılmaz olarak, neredeyse kavimler göçü diye tanımlanacak bir göç dalgasını yaratmış durumdalar.
Şimdi Türkiye’deki göçmen nüfusun büyük ağırlığının içerisinde Suriyeliler var olduğu söyleniyor. Suriyelilerin bu topraklara göç etmesinin sorumlularından bir tanesi de Türkiye. Türkiye'nin Suriye’de izlemiş olduğu politika ya da Orta Doğu’da ortağı olduğu Büyük Ortadoğu Projesi diye anılan ve şimdi Türkiye’de yönetenler ve holdinglerin tekrardan hevesinin ortaya çıktığı bölge ülkelerine dönük politikalar o göçü tetikliyor. Belki şimdi Suriye’de her şey sütliman oldu diyorlar ama şu anda Türkiye'nin ortak olduğu bu yeni müdahaleyle birlikte Suriye bir 10 yıl, 20 yıl daha karmaşık ve daha acımasız bir iç savaşın içerisine sürüklenecek ya da bu savaş ve istikrarsızlık hali Suriye ile de sınırlı kalmayacak. Bölgede daha ciddi savaş tehditleri ortaya çıkmış olacak ve bunun ortaya çıktığı yerde göçmenler de, yani sığınmacılar dediğimiz olgu da ortaya çıkmış oluyor. Çalışma Bakanlığı beş yıllık bir istihdam stratejisi raporu yayınladı. O istihdam stratejisi raporunda bir rakam var. Şimdi 2023 yılı için en son rakamı vermişler. O rakamlarda Türkiye'den yurt dışına 2023 yılında sadece göç eden nüfus 700 bin, bir yılda bir milyona yakın insan göç etmiş, bunun 400 küsur bini sığınmacılar, yani aslında Türkiye’ye gelen sığınmacıların neredeyse yarım milyonu sadece 2023 yılı içerisinde yurt dışına göç etmiş ama aynı zamanda 300 küsur bin bu ülkenin yurttaşı da yurt dışına göç etmiş durumda. Aslında karşı karşıya olduğumuz sığınmacılar sorunu, ki bu bir sorun gerçekten de, sadece bizim maruz kaldığımız değil, topyekûn bütün dünyanın maruz kaldığı bir sorun ve bu soruna sebep olan iki şey var: Bir, insanın insanı sömürmesi, onun vermiş olduğu, onun yaratmış olduğu eşitsizlikler, ikincisi de dünyanın farklı coğrafyalarının emperyalist güçler ya da emperyalist olma hevesi içerisindeki güçler tarafından paylaşımı yönündeki o doymak bilmez açlık, saldırganlıkları. Bu saldırganlığının yol açtığı savaşlar ve yağma.
Devlet Bahçeli’nin Abdullah Öcalan çıkışı: “Bizim baktığımızda gördüğümüz şey ortada bir sağcılık var”
Savaş Sarı: Türkiye Komünist Partisi, barışı, yani silahların susmasını elbette ki olumlu karşılar; buna kim itiraz edebilir ki? İnsanların birbirini öldürmemesi, bir ülkenin içerisinde silahların değil de barışın sözünün geçerli olması, kimsenin itiraz edebileceği bir şey olamaz. Türkiye Komünist Partisi açısından da bu böyle ama bu işin maalesef bir aması var. Şimdi, ortada tarif edilen sorunun bitmesi yönünde ifade edilen şey, dikkat ederseniz, tarihsel bir fırsatla karşı karşıya olduğumuz. Türkiye'de iktidar cephesi de, Kürtleri ve kürt kimliğini temsil iddiası ile hareket eden siyasetler de farklı gerekçelere dayandırarak tarihsel bir fırsattan söz ediyorlar. Niye? İşte iktidar cephesi “Türkiye yüz yılına girdik, büyük Türkiye için adımlar atıyoruz, dünyanın en büyük ilk on ülkesi arasına gireceğiz. Bölgede bir güç olma, hami olma, dolayısıyla Osmanlı dönemindeki gibi bölgenin hakimi olma olanağıyla karşı karşıyayız” diyor. Öbür taraftan da kürtleri temsil iddiası ile hareket edenler de diyor ki, “Kürtler olarak ilk kez belli siyasi veya ekonomik ya da sosyal olanakları elde etme, bölgede Kürtler adına olumlu adımların atılabilmesine ilişkin fırsatları elde etmekle karşı karşıyayız. Bu bir tarihsel fırsattır”. Tarihsel fırsat vurgusu yapan iki eğilimde de aslında bizim baktığımızda gördüğümüz şey, bölgedeki bütün sınırlar değişecek, bütün taşlar yerinden oynayacak ve hatta Türkiye’nin de içinde yer aldığı bu bölge yeniden paylaşılacak” diyorlar. Bu belki tüm bölgenin bir savaşın içerisine yani bir istikrarsızlığın ve kaosun içerisine doğru sürüklenmesi anlamına geliyor. Bizim böyle bir çözümü kabul etmemiz Türkiye Komünist Partisi olarak mümkün olamaz. Biz elbette ki silahların susmasını, barışın sağlanmasını istiyoruz. Elbette ki bu topraklarda yaşayan Kürtlerin kendi dillerini, kültürlerini, özgürce yaşamalarını istiyoruz. Biz bu topraklarda bir Kürt sorunu olduğunu ve bu sorunun çözülmesi gerektiğini de düşünüyoruz. Ama bizim iddiamız şu: Bu sorunu ortaya çıkaran şey, işte baştan beri konuştuğumuz gibi, bu topraklarda hakim olan düzen. İnsanın insanı sömürdüğü, bir avuç asalağın bütün zenginliklerin üzerine çöktüğü bir düzen var ve bu düzen, Kürt sorunu dediğimiz olguyu da ortaya çıkartmış durumda. Bu düzenin ortadan kalkmadığı koşullarda bu sorunun çözülebileceğini asla düşünmüyoruz.
CHP’nin yaptığı muhalefeti etkili buluyor musunuz?
Savaş Sarı: Kesinlikle etkili bulmuyorum ama etkili bulmanın ötesinde samimi de bulmuyorum. Özgür Özel, asgari ücrete dair harekete geçeceğiz ve biz bunu kabul etmiyoruz diyorsa eğer CHP’nin yönetimde olduğu yerel yönetimlerin hiçbirinde ama hiçbirinde, emekçilere layık görmediği o ücretlere benzer rakamları belediye çalışanlarına vermemesi gerekiyor.
TÜRKİYE KOMÜNİST PARTİSİ'NİN YEREL POLİTİKALARA YAKLAŞIMI
Cemil Tugay’ın performansı: “Cemil Tugay'ın 10 aylık sicili bizim açımızdan sıfırdır”
Savaş Sarı: Cemil Tugay İzmir’de kime hizmeti öncelik sayacağı, hangi sınıfın çıkarlarını temsil edeceğini bilinçli olarak seçmiş bir aktör, yani ne yaptığının farkında bir belediye başkanı. Ama sorun şu, tercihi İzmir'in emeğiyle geçinen nüfusundan yana değil. Tercihi, İzmir'in zenginliklerini kendi çıkarları doğrultusunda kullanma, bunun üzerinden zenginliklerine zenginlik katmayı esas alan holdinglerden sermayedarlardan yana. Çünkü Cemil Tugay'ın ya da Cemil Tugay’la birlikte CHP’li İzmir büyükşehir yerel yönetiminin yaklaşımı, İzmir'in ancak sermayedarların onayı ve katkısıyla ayağa kalkabileceğine dair. Şimdi siz bu tercihte bulunursanız işçilerin maaşı sizin için masraf ve maliyet olarak görülür. Siz bu tercihte bulunursanız İzmir'de sokakta yürüyen yurttaşın elektriğe çarpılıp başına bir iş gelmesi ya da İzmirlilerin kamusal ihtiyaçlarının birincil değil, ikincil, üçüncül, hatta çok tali ihtiyaçlar olarak algılanması kaçınılmaz olur. Onun yerine siz İzmir'de, ne bileyim, Bergama'da bir sanayi bölgesi açılıyor, oraya toplu konut yaparız; o sanayi bölgesinde çalışacak nüfusu da oraya yerleştiririz diye patronlara, sermayedarlara şirin gözükmeyi daha öncelikli bir tercih hâli olarak kabul edersiniz. Cemil Tugay'ın 10 aylık sicili bizim açımızdan sıfırdır, açıkça sınıfta kalmıştır. Mutlak olarak işçi düşmanı bir pozisyon almaktadır ve İzmir'de emeğiyle geçinen çoğunluğu değil İzmir'deki küçücük bir azınlığı, İzmir'in sırtından para kazanmaya çalışan, İzmir'in sırtından zenginliklerine zenginlik katmaya çalışan bir avuç sermayedarın, büyük şirketlerin, holdinglerin çıkarlarını gözeterek hareket etmektedir.
İZMİR’İN EN ÖNEMLİ 3 SORUNU:
Kent planlaması: “Bu kent depreme karşı çok korunaksız”
Savaş Sarı: Sanırım İzmir’in şu andaki en büyük problemi ısrarla da konuşulan şu deprem tehlikesine karşı İzmir’in ne kadar korunaklı olup olmadığı tartışması. Yani aslında İzmir’in en büyük problemi İzmir’in hiçbir kent planlamasının olmaması. İzmir maalesef 10 yıllardır hiçbir planlama gözetilmeden büyümüş bir kent ve bu kent depreme karşı da çok korunaksız.
Kirlilik: “İzmir’de nefes almayı, beslenmeyi neredeyse imkansız hale getiriyor”
Savaş Sarı: Körfez kirliliğiyle ilgili ama Körfez suyunun kirliliği ile sınırlı değil aslında. İzmir’in havası da çok kirli, dikkat ederseniz, buna dair raporlar da açıklanıyor. İzmir’deki bu hava kirliliğinin ve aslında deniz kirliliğinin de temel nedeni, İzmir’in plansız, çarpık sanayileşmesi ve kentleşmeyle ilgili. Aliağa bölgesindeki sanayileşme Bakırçay’a da yayılıyor; oradan Foça’ya, Bergama’ya doğru gidiyor. Oradaki sanayileşme yarattığı çevresel kirlilikle, tabir uygunsa, Türkiye'nin ikinci Dilovası olmaya aday. Aliağa bölgesindeki o çarpık sanayileşme, İzmir’de nefes almayı, beslenmeyi neredeyse imkânsız hâle getiriyor. İkinci kritik önemli güncel sorun olarak bunu görüyorum.
Kamusal alan eksikliği: “İnsanların, soluk alabileceği yeşil alanlar yok denecek kadar az”
Savaş Sarı: Üçüncüsü, yani belki en hayati değildir ama gündelik yaşamımızda en çok hissettiğimiz sorun. O da kamusal alanlar... Yani aslında İzmir’deki bütün yurttaşların, bir bedel ödemeden, ticari bir alışverişin konusu olmadan, bir hak olarak kullanabileceği kamusal alanlarla ilgili bir sorunla karşı karşıyayız.
Mesela İzmir’in Kültür Park’ını çıkarın; insanların vakit geçirebileceği, soluk alabileceği yeşil alanlar neredeyse yok denecek kadar az. Tabii ki bu durum yalnızca yeşil alanlarla da sınırlı değil. İzmir’in genel olarak kamusal alanları çok az ve insanların birlikte eğlenebileceği, vakit geçirebileceği alanlar ve etkinlikler de oldukça sınırlı.
Son olarak İzmir halkına vermek istediğiniz son mesaj nedir?
Savaş Sarı: 19 Ocak’ta Karşıyaka’da yaptığımız etkinliğimizde “İtirazım var!” diyenlere bir çağrıda bulunmuştuk. Şimdi o çağrımızı tekrar edebilirim. Türkiye’deki eşitsizlikten, laikliğin tehdit altında olmasından, ülkenin egemenliğinin ve bağımsızlığının tehlikede olmasından ve ortadaki adaletsizlikten rahatsız olan insanların, İzmirlilerin bu karanlık tabloyu ortadan kaldırabilmesi için öncelikle doğru ve değerli bildikleri şeylerin etrafında yan yana gelmesi, birlikte hareket etmesi, yani aslında örgütlü bir şekilde hareket etmesi gerekir. Çünkü bugün İzmir’de de, hem yerel yönetim hem de merkezi iktidar açısından, karşımızdakilerin bu kadar pervasız davranmasının en temel gerekçesi, karşılarında bir güç ya da irade görmemeleri ile ilgilidir. Şimdi bizim İzmirlilere çağrımız şu: Emeğiyle geçinen İzmirlilerin, kendi yaşamları, İzmir’deki hayat ve Türkiye’deki yaşam üzerinde söz sahibi olduklarını göstermeleri gerekiyor. Bunun koşulu da örgütlü bir gücü, bir iradeyi temsil etmektir.