ÖMER FARUK ALTIN/EGE’YE BAKIŞ-Ruhun gıdası olan Müzik sadece bir melodi ya da ritimden ibaret değildir; insanın derinliklerine dokunan, dönüştüren bir güce sahiptir. Hemhâl Ol’anlar, bu gücü en saf haliyle yaşatan ve paylaşan bir topluluk olarak çıkıyor karşımıza. Özgür Baba ve Gökçe Es’in yollarının kesişmesiyle filizlenen bu müzikal birliktelik, etnik tınılardan tasavvufi öğelere, şifalandırıcı seslerden mantralar ve nefeslere uzanan geniş bir yelpazede dinleyicileriyle buluşuyor.
Grubun kuruluş hikayesini paylaşabilir misiniz? Hangi amaçlarla bir araya geldiniz?
Özgür Baba:
Gökçe Es ile tanışmamızı anlatayım ilk olarak, çünkü bu grubun hayal edeni ve olmasına vesile olan kişidir kendisi. 2015 yılında, Tümata kurucusu rahmetli Rahmi Oruç Güvenç’in organize ettiği Sema buluşmalarında Gökçedere-Yalova Mehmet Rasim Mutlu kültür merkezinde tanıştık Gökçe ile. Müzisyenlerin devir teslim şeklinde 24 saat aralıksız çaldığı ve semanın hiç durmadığı, günlerce aşk ile meşk ettiğimiz bu alanda ortaya çıkmaya ve şekillenmeye başladı Hemhâl Ol’anlar.
"Hemhâl Ol’anlar" ismini seçmenizin özel bir anlamı var mı?
Gökçe Es:
Hemhâl Ol’anlar ismi hocamız Rahmi Oruç Güvenç hakka yürüdükten 2 yıl sonra, onun vuslat yıl dönümü için buluştuğumuz 5 gün 5 gece Sema’nın ardından eve döndüğüm gece rüyamda kulağıma fısıldandı. 5 gün boyunca her sabah 07:00 - 09:00 aralığında Özgür baba ile çalıp söyledikten sonra semahanede bulunan birçok dostumuzun yorumu ‘siz söylerken alana ilahi bir enerji geliyor, sanki melekler iniyor’ şeklinde olmuştu. O buluşmadan önce de Özgür baba ile çalıp söylediğimiz dost meclisleri olmuştu ancak birlikte söylerken sıklıkla kullandığım enstrümanım monochord’u ilk defa o buluşmada kullanmıştım. Son 3 sabahımıza monochord’umu yapan gitar ustası dostumuz Briken de gitarı ile eşlik etmişti. Bu üçlü hemhâl oluşumuzun ilhamı ile buluşmanın ardından eve döndüğüm gece Hemhâl Ol’anlar ismi ile grup kalbime doğdu. Ertesi sabah bu ilhamı sevgili Özgür baba ve Briken Aliu ile paylaştım ve hemen ardından Bodrum’da ilk konserimizi verdik. 1 sene boyunca bu üçlü birçok farklı şehirde dinletiler yaptık. Daha sonra grubumuz Özgür baba ve bana zaman zaman eşlik eden farklı müzisyen dostlarımızın katılımıyla devam etti.
Hemhâl olmak sizin için ne ifade ediyor? Bu duygu günlük hayatınıza nasıl yansıyor?
Gökçe Es:
Hemhâl: Halleri birbirine benzeyen, aynı hâl içinde olan, bütünleşmek demek. Bizler bir araya geldiğimizde aynı hâlin, enerjinin, titreşimin, frekansın içine girerek bu ruhu yaşıyor ve yaşatıyoruz.
Farklı müzik türlerinden ilham aldığınız açık; peki müzik yolculuğunuzu şekillendiren özel sanatçılar veya gruplar kimlerdir?
Gökçe Es:
Müzik yolculuğumuzda ağırlıklı olarak Tümata repertuvarı, deyişler, nefesler ve Yunus Emre’nin şiirlerinden ilham alıyoruz. Ruhu ruhumuzu titreten tüm seslere, sözlere, sanatçılara ve tınılara açığız.
Özgür Baba:
Benim açımdan da benzer durumlar söz konusuyken, dinlediğim müziklerin yelpazesi geniştir. Etnik, etnik caz, folk, klasik ve daha birçok tür sayabilirim. Sevdiğim birçok değerli sanatçı var tabii ki ama liste çok uzun olacağı için ve ismini mutlaka unutacaklarım olacağından böyle bir risk almak ve sonrasında mahcubiyet yaşamak istemiyorum.
Müziklerinizde sıklıkla duyduğumuz etnik tınılar ve ruhsal temalar nasıl şekillendi? Bu yaklaşımınızın ardındaki felsefeyi anlatabilir misiniz?
Özgür Baba:
Bir dönem topraklarında da uzun bir süre yaşamış olduğum Hint müziğinden tınıların müziğimin içine karıştığını söyleyebilirim.
Bu harmanlanma süreç içerisinde oluşan bir durum ama işin ruhsal kısmına gelirsek; ben müziğin, seslerin ve frekansların nasıl mucizevi bir şekilde çalıştığını, şifalandırdığını ve iyileştirdiğini gördüğüm ve bildiğim için müziği bu yönde ve bu amaçla kullanmaya niyet ettim.
Müzik yaparken ya da bir eseri seslendirirken benim gayem birilerinin ruhuna dokunmak ve o kişilere şifa olmaktır. Müzik eğlence aracı olarak da kullanılmalı mutlaka çünkü o da bir şifalanma durumudur ama ruhani yönden dokunuş başka bir şeydir mutlaka ve şüphesiz.
Gökçe Es:
Ben Hacettepe Üniversitesi Devlet Konservatuvarı şan bölümü mezunuyum. Bir kolaratur soprano olarak 2001 yılında Mozart’ın Sihirli Flüt operasındaki Gece Kraliçesi rolünü oynayarak mezun oldum. Okurken oynamak ve söylemek istediğim en önemli karakterdi ve bu hayalimi konservatuvar tarihinde bir ilk olan senfoni orkestresı, koro, bale ve solistleri ile orkestra şefimiz İbrahim Yazıcı ve sahne hocamız Murat Göksu’nun yönetmenliğinde gerçekleştirdik. Mezun olduktan sonra opera tekniği ile şarkı söylemenin ruhuma iyi gelmediğini fark etmem uzun sürmedi. Tiyatro ve dans topluluklarında kariyerimi sürdürürken 2008 yılında yolum tamamen yoga ve meditasyona döndü. Yoga aracılığıyla mantralar ve hint raga sistemi ile tanışmış oldum. Tam olarak anlamını dahi bilmeden söylediğim sanskrit kelimelerin tekrarının ruhumu ve bedenimi derinden titrettiği o ilk anı unutamam.
Yıllar içinde klasik batı müziği ile başlayan yolculuğum mantralar, Amerika yerlilerinin-şamanların şifa müzikleri olan icarolar, dünya üzerinde şifa için çalınıp söylenmiş şarkılar, tasavvuf müziği, ilahiler ve nefeslerle harmanlanarak müzikal yolculuğumun ve sesimdeki tınının, tonun temelini oluşturdular.
2017 yılından beri sesin, titreşimlerin ve frekansların şifası üzerine yoğunlaştığım ses alanları açıyorum. Şarkı söylemekten ziyade; ruhun ortaya çıkabilmesi için söyleyen olmanın ötesinde söylemenin kendisi olmayı araştırıyorum.
Sizi dinleyenlerin müziğinizden almasını istediğiniz en önemli mesaj nedir?
Özgür Baba:
Bizler Hak yolunda, Hak sevdasıyla yürüyen mütevazi insanlarız, verdiğimiz ya da vermeye çalıştığımız mesaj ancak sevgi, dostluk ve barış üzerine olabilir.
Büyük ozan Yunus Emre üstadımızın da söylediği gibi, “Biz gelmedik kavga için, bizim işimiz sevgi için, Dostun evi gönüllerdir, gönüller yapmaya geldik.”
Gökçe Es:
Özgür Baba’ya yürekten katılıyor ve Aşık Hüdai’nin de söylediği gibi ‘’Sevgi bizim dinimizdir, başka dine inanmayız’’ diyerek bu güzel sohbeti sevgi ile mühürlemek istiyorum.