Berivan Kaya/Ege’ye Bakış- İzmir Ticaret Odası temmuz ayı olağan meclis toplantısında Yönetim Kurulu Başkanı Mahmut Özgener’in ekonomi mesajları dikkat çekti. İZTO Yönetim Kurulu Başkanı Mahmut Özgener, Merkez Bankası’nın hem yurtiçinde beklentilerin üstünde artan enflasyon, hem de yurtdışında beklenen hızlı parasal sıkılaştırmaya tepki vermesi gerektiğine dikkat çekerek, “ Merkez Bankası politika faiz oranını Eylül 2021’den başlamak üzere kademeli olarak Eylül-Ekim-Kasım ve Aralık aylarında %19’dan %14’e düşürürken, 2022 yılı içerisinde ise bugüne kadar herhangi bir değişikliğe gitmedi. FED’in bugün akşam açıklanacak faiz kararında, 75 puan ile faiz artırımlarına devam edeceği tahmin ediliyor. Bu faiz artırımı sene başındaki projeksiyonların üstünde; çünkü enflasyon da 41 yılın en yüksek seviyesinde. FED’in beklenenden daha hızlı ve daha yüksek faiz artırımı, diğer tüm merkez bankalarını da etkilemeye devam edecek. Merkez Bankası’nın da hem yurtiçinde beklentilerin üstünde artan enflasyon, hem de yurtdışında beklenen hızlı parasal sıkılaştırmaya tepki vermesi gerekir. Aksi takdirde, piyasalardaki dalgalanmanın boyutu daha da artacak. Merkez Bankası’nın enflasyonu düşürmek için politika faizini kullanmama yönündeki kararı, içinde bulunduğumuz global para politikası sıkılaşması ve yurtiçi enflasyon ortamında, Türkiye için makroekonomik olumsuzlukları da artırdı” ifadelerini kullandı.
Piyasalara günlük müdahale azalmalı!
Geçen aydan bu yana, Türk Lirası’ndaki değer kaybı hızlandığına değinen Mahmut Özgener, “Enflasyon yükselirken, CDS oranlarının da rekor seviyelere çıktığını gördük. Bu durum, Türkiye’nin borçlanma maliyetlerini büyük oranda yükseltiyor. Yurtiçi faizleri sabit tutarak ivmelendirmeye çalıştığımız yatırım ortamını, ülke riskindeki artış ve döviz cinsi borçlanma maliyetindeki yükselmeyle kaybediyoruz. Piyasaların nakit akışına yapılan günlük ve haftalık müdahaleler de sabit faiz ortamının bir diğer sıkıntısı olarak karşımıza çıkıyor. Para politikası global ekonomideki gidişatla uyumlu hale getirilmeli, uzun vadeyi hedeflemeli ve piyasalara günlük müdahaleler azaltılmalı” dedi.
Asgari ücretliler enflasyona karşı korunamıyor!
Asgari ücretin ülkemiz için önemli olduğunu belirten Özgener, asgari ücret ile çalışanların sayılarının yüksek olduğuna vurgu yaparak, “ Asgari ücrete yapılacak artış oranı, sadece asgari ücreti ve asgari ücretlileri etkilemiyor. Üyelerimizin asgari ücretliler dışında çalışanların ücret artışları da buna göre belirleniyor. Yüzde 30 zam ile birlikte Türkiye'de asgari ücret 2021 sonuna göre yüzde 95 arttı ve net 5.500 TL oldu. Taleplerimiz arasında yer alan asgari ücret desteğinin devam etmesi ve asgari ücretin vergiden muaf tutulmasının devamı olumlu bir adım oldu. Yılbaşından bu yana enflasyon (Ocak-Haziran) ise %42,35 seviyesine geldi. Bu nedenle, ilk planda enflasyon artışlarının kontrol altına alınması ve bu yol ile istihdamın da korunması gerektiği düşüncesindeyiz. Aksi takdirde enflasyona paralel olarak yüksek ücret artışlarının da devamı kaçınılmaz olacaktır. Doğrudan para politikası tepkisi olmadan ve enflasyon beklentileri kontrol altına alınmadan yapılan ücret artışları en düşük gelir grubunu, enflasyona karşı kalıcı olarak koruyamayacaktır” ifadelerini kullandı.
Gelir eşitsizliği artıyor!
Enflasyonun her kesim açısından parasal bir illüzyon olduğuna dikkat çeken Özgener, “Böyle bir ortamda gelir eşitsizliği artıyor ve ücretliler en çok zarar gören kesim oluyor. Sadece mutlak harcamalarındaki artışlara bakınca enflasyon şirketlere yarıyor gibi görünebiliyor ancak şirketlerin bu durumdan fayda sağladığına dair genellemeleri yanlış buluyorum. Bunu, son açıklanan bilanço değerlendirmeleri de teyit ediyor. Türkiye’nin en büyük 1000 sanayi kuruluşunun 2021 yılında satışları %75 civarında arttı. Serinin başladığı 1997 yılından bu yana ikinci en büyük nominal artışa imza atıldı. Ama aynı dönemde şirketlerin finansman giderlerindeki artış yaklaşık %125. Şirketler, işletme sermayesi için daha fazla borçlandı. Bankaların yanında diğer firmalara da borçlanıldı. İşletme faaliyetleri giderek daha fazla borçlanma ile ağırlıklı olarak finanse edilirken, borcun vade yapısında da gözle görülür bir kısalma söz konusu. Bunların yanı sıra, 2021’de sanayicilerin bankalara olan borçlarından çok daha büyük bir hızla başka firmalara olan borçlarının artması da yeni ve önemli bir durum olarak dikkatimizi çekmeli” dedi.
Alım gücü, mali denge ve rekabet azalıyor!
2020 yılında yüzde 44,7 olan kısa vadeli mali borçların toplam mali borçlar içindeki payının, beş yıl aradan sonra yeniden yüzde 50’ye yükselmesi ve 2022’in ilk çeyreği sonunda ekonomimizdeki sektörler arası finansal yükümlülüklerin yıllık olarak %60 artmış olmasının, artan risk göstergesinin yanısıra önümüzdeki yılların rekabet azaltıcı bir unsuru olarak ele alınması gerekiyor. Çünkü eldeki diğer veriler, finansal yükümlülüklerin artmasının, diğer ülkelere kıyasla, yatırımların artmasıyla sonuçlanmadığını da gösteriyor. Dünya Bankası'nın Global Yatırım Rekabetçilik Raporu verilerine göre Türkiye, Çin’den sonra mevcut yabancı yatırımcıların yatırım planlarının en fazla ertelendiği ikinci ülke konumunda. Yabancı yatırımcılar yatırım planlarını azaltırken, yerli şirketler ise rekabet baskısının yurtiçi rekabetten değil, yurtdışı kaynaklı olarak arttığından şikayet ediyor. Bilançolar dolar bazında eriyor. Büyüklük olarak 2021 yılı itibariyle en büyük 20 ekonomiden biri olamayışımıza paralel olarak, şirketlerimizin de benzer listelerde isimlerinin geriye düştüğünü görüyoruz. Halkın alım gücü ve şirketlerin mali dengesi ve uluslararası rekabet gücü azalıyor” ifadelerini kullandı.