ÖMER FARUK ALTIN/EGE’YE BAKIŞ- İzmir’de İzmir Barosu tarafından düzenlenen “Faşizmin Hedefinde; Barolar ve Avukatlar” başlıklı konferans kapsamında Türkiye’deki hukuk sistemine ve avukatların yaşadıkları sorunlara değinildi. Konferansa, Türkiye Barolar Birliği Başkan Yardımcısı Av. Bahar Gültekin Candemir, İzmir Barosu Başkanı Av. Sefa Yılmaz, CHP Şanlıurfa Milletvekili Mahmut Tanal, İstanbul Barosu Başkanı Av. Prof. Dr. İbrahim Özden Kaboğlu, İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Cemil Tugay, CHP İzmir İl Başkanı Şenol Aslanoğlu katılım gösterdi.
“FAŞİZMİN ŞİDDETİNİN HER TÜRLÜSÜNÜ GÖRDÜK”
Konferansın açılış konuşmasını yapan İzmir Barosu Başkanı Sefa Yılmaz, "Yaşadığımız süreç konu başlığına uygun. Barolar ve avukatlar nezdinde yaşanan hukuksuzlukların son raddeye geldiği süreci hep birlikte gördük. Faşizmin artık sağanak yağışa dönüştüğü süreci yaşıyoruz. Şemsiyeleri açıp direnme zamanıdır. Ne yazık ki bugüne kadar gelinen süreçte en azından barolar bu konuda çok önemli sınavlar verdi. Bu sınavı 20 Mart'ta başlayan protestolarda ve boykot aşamalarında gördük. Olağanüstü zamanlarda faşizmin şiddetinin her türlüsünü adliyelerde, cezaevlerinde, hastanelerde gördük. Hukuksal şiddetin varlığını yadsımıyoruz. Tabi ki direniyoruz, mücadele ediyoruz” ifadelerini kullandı.
“2017’DE BİR TÜR REDDİ MİRAS OLDU”
Konuşmasında Türkiye’de demokratik olarak 2017’de kopmaların olduğuna değinen, İstanbul Barosu Başkanı İbrahim Kaboğlu ise, "Bu başlık Türkiye'nin içinde bulunduğu durumu özetlesin ve uyarıcı olsun, düşündürücü olsun. bizi hukukçular için yeni mücadele yol ve yöntemleri için ışık tutsun. Türkiye birikimi yoğun olan bir devlet. Yalnızca 100 yıl değil bu birikim 200 yıla gidiyor. 19. yüzyılın başından beri insan hakları açısından güçlü birikimlerimiz var. Bugün gelinen eşik itibariyle bakıldığı zaman hiç kazanım olmayan bir devlet mi biçiminde soru da sorulabiliyor. Doğru tarihimizde kırılmalar oldu ama kırılmalarla süreklilikler iç içe oldu. Her kırılma sürekliliği beraberinde getirdi. Askeri darbeler ve müdahalelerin arkasından bir demokratikleşme ve hukuk devletine ilerleme oldu. 2017'de bir kopma oldu. Bir tür reddi miras oldu. 2017 anayasa değişikliğini Cumhuriyet anayasacılığın sonu olarak değerlendirebiliriz. 200 yıllık demokratikleşme yönündeki birikimin mirasın reddi olarak görülebilir. 1980'den 2005'e kadar anayasanın uzlaşmacı yöntemle değişmesini sağlamış. 1982 anayasasından iktidarın dengelenmesi yönünde ciddi bir uzaklaşma olmuştur. Ancak 2017'de öbür yönde değişiklik zirve yaptı. O da iktidarın kişiselleştirilmesi ve kişi iktidarına kapılma yaşandı” dedi.
“TARİHİMİZDE İLK KEZ HÜKÜMET İLGA EDİLMİŞTİR”
Konuşmasının devamında Kaboğlu şu ifadeleri kullandı:
Tarihimizde ilk kez hükümet ilga edilmiştir. Hesap verebilir hükümet kavramı ortadan kalkmıştır. Hükümet ve devlet başkanlığı bir kişide birleştirilmiştir. Son günlerde yaşadığımız şiddet, kötü muamele, işkenceyi meşrulaştıran bir sürece dönüştürüldü. Bizim başlıca kazancımız kazanılan özgürlüklerin anayasada yer alıyor olması. Bu özgürlükleri korumaya elverişli yasama yürütmenin güdümüne sokulduğu için bunların işlemesi imkansız hale geldi. Sanatçılar da anayasal haklarımızı sahipleniyoruz dediler. Bu bir umut işaretidir. Barolar anayasal olarak adaletin gerçekleşmesinde bel kemiktir, ana eksendir. Barolar demokratik örgütlerdir. Özerk yapıdadır. Anayasal hak ve özgürlüklerin korunmasında avukatların özgür, iyi yetişmiş olması önemlidir. Barolar özerktir, avukatlar özgürdür. Güdümlü saf, bağımlı hüküm arasında özgür savunma bu diyalektiğin ortaya çıkmasını sağlar.
“BAROLARI PARÇALAMA YOLUNA GİTTİLER”
Avukatlar ve barolar savunmayı her geçen gün daha güçlü bir biçimde sahipleniyorlar. İstanbul Barosu'na karşı başlatılan operasyonlar sırasında barolar birliği bunu kanıtladılar. Savunmayı savunmaları Türkiye Cumhuriyet yurttaşlarının bütünün hak ve özgürlüklerini savunma anlamına geliyor. Keyfi yönetimin de sınırlarının olduğu ortaya çıktı. Yürütme ilk kez devlet başkanlığı ve hükümet lağvedilerek 2017'de parti başkanı oldu. Yasama, yargı aynı doğrultuda karar veriyor. Ancak savunma direniyor. O zaman baroları parçalama yoluna gittiler. Tanal ile mecliste sabahlara kadar direnmeye çalıştık. Direndik ama o çoğunluk baro başkanlarıyla yüzleşme cesaretini de gösteremediler. Baro başkanlarını meclisin dışında tuttular. Biz içeride öyle çalıştık ki bu yasa oylanırsa aynı gün anayasa mahkemesine gideceğiz dedik. Anayasa mahkemesi hayır dedi ama yaptıkları örgütlenmede yasanın amacı doğrultusunda başarıya ulaşamadılar. İstanbul'da 5 yılda, Ankara'da 5 yılda kurdular. Ama İzmir'de neden kuramadılar? Yasa yoluyla baroları parçalamak istediler ama başaramadılar. İstanbul Barosu yönetimine hukuk için geldik, hukuku etkili kılmak dedik. Ancak 2 ay sonra, 'biz sizi çalıştırmayız' dediler. hukuktan bu kadar korkulur mu? Acaba sav mı korktu yoksa savı güdümü altında almaya çalışan siyaset mi korktu? Korku çok büyük, oysa biz hukuk yoluyla demokrasi demiştik. Biz TBB'nin desteğini almıştık. Ancak İstanbul'da 20 Ekim günü bizimle yarışan tüm gruplar seçimle gelen seçimle gider dediler. Kaboğlu ve ekibi irade ile seçildi dediler. Genel kurul da bunun kanıtı oldu. Hukuktan korku büyük.” Şeklinde konuştu
“BU MÜDAHALE SAVUNMAYI GÜVENCESİZ BIRAKMAYA YÖNELİKTİR”
Türkiye Barolar Birliği Başkan Yardımcısı Bahar Gültekin Candemir ise konuşmasında, "Türkiye çok zor günlerden geçiyor. Hukuk devleti ilkesi ile bağdaşmaya, yargı süreçlerine doğrudan müdahale ile karşı karşıyayız. Yargı araçsallaştırıldı. Başta Can Atalay olmak üzere avukatlar, gazeteciler, üniversite öğrencilerimizin anayasal hakları ihlal ediliyor. Bu yaşananlar yargının yürütme karşısındaki bağımsızlığının ortadan kalktığını bize gösteriyor. Teminat olması gereken yargı, siyasal anlamda kararlar vermeye zorlanıyor. Yurttaşların temel hak ve özgürlükleri açısından tehdit oluşturuyor. Bu bize anayasanın ilga edildiğini gösteriyor. İstanbul Barosu hukuka aykırı bir şekilde iradeye doğrudan müdahale ettiler. Biz bunu sadece İstanbul Barosu'na yapılan müdahale olarak görmüyoruz. Savunma hakkı temel hak ve özgürlüklerin teminatıdır. Bu müdahale savunmayı güvencesiz bırakmaya yöneliktir. Barolar eliyle toplumu susturmak istediler. Bedeli özgürlüğümüz de olsa bizler hukukun üstünlüğünü savunmaya devam ediyoruz. Ülkemizin demokratik hukuk devleti olma gerçekliğinden koşarak uzaklaştığı bu süreçte çözümsüzlüğe terk edildiğinin de farkındayız. Savunma yargının merkezindedir. Ancak ülkemizde hukuk devleti mücadelesini Diyarbakır'da olduğu gibi canımızla ödüyoruz" diye konuştu.
“BİZ SUSARSAK, HALKIN HAKLARINI DA KAYBEDERİZ”
Konferansın sonunda konuşmasını gerçekleştiren CHP Şanlıurfa Milletvekili Mahmut Tanal’ın konuşmasında öne çıkan başlıklar şu şekilde:
Bugün burada avukatlar konuşmazsa, adalette konuşmaz. Biz susarsak, halkın haklarını da kaybederiz. Biz yalnızca bireylerin değil toplumun sesi adaletin vicdanı, hukukun güvencesiyiz. Faşizm olan rejimde ancak avukatlar hedefe oturtulur. Bir ülkede demokrasinin varlığını görmek istiyorsanız onun turnusol kağıdı avukatlara bakacaksınız. Avukatlar adliyede barikatlar kurulmadan görevini yapıyorsa demokrasi vardır. İstanbul Adliyesi'nin her yerinde barikat var. Barikatın olduğu yerde adalet olmaz. Allah rızası için TİM'lerin adliye içerisinde ne işi var? TİM'lerin adliyede varlığı gözdağı dışında anlam ifade etmez. O TİM'lerin bir an önce gereken yerlerde görevlerine dönmelidir. Adliye'nin içerisindeki o barikatların kaldırılması lazım. Türkiye'de avukatlık yapmak sadece meslek değil bir mücadele alanı haline geldi. Her gün karakollarda, adliyelerde, cezaevlerinde bir çok cephede avukatlar arkadaşlarımız mücadele ediyor. Duruşma salonlarında hakim ve savcılar itaat eden avukat arıyor. Biz kimseye itaat etmeyeceğiz. Duruşma salonlarında avukatların söz hakkı engelleniyor. Avukatlar salonlardan dışarı atılıyor. Savcı, avukatı görmeden şüphelinin ifadesi alınıyor. Avukatı çağırmadan yargıç ifadeyi almış gibi gösteriyor. Kararı da şüphelilere okuyor. Bu neyi gösterir, avukatın yüzüne bakacak kararı yok ya da avukatı itibarsızlaştırıyor. Adil yargılama ilkesinin 3 saç ayağından bir tanesi savunmadır, avukatlardır. Avukat yoksa adil yargılama o salonda gerçekleşmez. Avukat yargının kurucu unsudur ancak unutuluyor. Oysa salonda sadece iktidarın sesiyle değil avukatın sesiyle kararlılık ve anlam ifade eder. Sistem ufak bir sallama ile dökülüyor. Çünkü sistem çürüdü. Sistem dikiş tutmuyor. Tutması da imkansız. Bu sistemin değişmesi lazım. Güçlendirilmiş parlamenter sistem olmadan bu ülke huzura kavuşmaz. Bir an önce çürümüş sistemin değişmesi lazım. Avukatı etkisizleştiren sistemin adı faşizmin ta kendisidir. Ceza kanunda anayasaya aykırı uygulamalar rutin haline geldi. Bu tabloyu kabul etmiyoruz. Savcı karşısında avukatlar sanık muamelesi görüyor.
“AVUKATLARIN CAN GÜVENLİĞİ YOK”
Avukat kendilerini korumak için atış poligonlarında eğitim görmeli. Avukatların can güvenliği, mal güvenliği yok. Avukatlar neden öldürülüyor. Katledilen avukatlarımız adalet şehidi. Avukatı korumayan devlet adaleti tesis edemez. Devletin adaleti koruması için adaleti koruması lazım. Avukatlar sistematik bir şekilde saldırıya uğramakta. Avukatı sustururlarsa yargı sessizleşir. Avukata karşı şiddet önlenecek bir devlet görevi olmalı.
“ÇOCUKLARIMIZ SUÇ İŞLEMİYORLAR”
Gözaltına alınan çocuklarımız suç işlemiyorlar. Çocuklarımızı keklik gibi avlıyorlar. O çocuklar kaçmasını bile bilmiyorlar. O çocukların içerisinde provokatörler var. Bunlar AKP-MHP gençlik kollarından alınmış ve oradaki amirleri dahi engelleyemiyor. O insanlar gençlerin arasına giriyor ve sanki o gençler polise taş atmış gibi provokasyon eylemi yapıyor. O provokasyonu AKP-MHP içinden polis olmuş olanlar yapıyor. O gençler barışçıl demokratik haklarını kullanıyorlar. Bu çocuklara biber gazı sıkıyorlar, kolları arkadan kelepçeliyorlar. Otobüsün içerisinde 8 saat bekletiyorlar. O çocuklara yapılan kötü muameleyi kabul etmiyoruz. Bu dönemde gençler nasıl tarih yazdıysa aynı tarihi avukatlar yazdı. Gençlerimizin ve avukatlarımızın yanında daha fazla durmamız gerekiyor.