Dar ve dik yokuşta, arabalar konvoy halinde takılmışlardı küçük külüstür bir kamyonetin arkasına. Karşıdan gelen araçlar nedeniyle kimse kamyoneti sollayamıyor, ağır ağır tırmanan ve oflayıp puflayıp, zorlanıp, isyan ederek yürüyen kamyoneti izliyorlardı, istemeyerek de olsa.
‘Yürüsene be adam’ diye bağırdı, konvoydaki arabalardan birinin sürücüsü, penceresinden dışarı sarkarak.
Kamyonet durdu. Bütün konvoyda durdu. Terler içinde elinde bir sopa ile kamyonetinden inen yaşlı sürücü, kamyonet kasasının yanına geldi. Önce mendilini, terini alması için ensesinden içeri soktu. Sonra da elindeki sopa ile kamyonetin kasasının yan tarafına birkaç kez sertçe vurdu. Kasanın içinde bir kıyamet koptuktan sonra bindi ve tekrar yüklendi gaza.
Bu duraklamadan sinirlenen, rahatsız olan konvoydaki arabalardan laflar atıldı, el işaretleri yapıldı. Yaşlı şoför hiç aldırmadan tırmanmaya çalıştı yokuşu.
O da ne.?.. Az bir yol aldıktan sonra kamyonet yine durmaz mı… Şoför, yine kamyonetten sopasıyla inip, iki üç kere kasayı dürtüklemez mi? Yine kopmaz mı kamyonette bir kıyamet…
Bu kez küfürler başladı konvoydan. Neyse ki yaşlı şoföre saldırmaya hazırlananlar, kamyonetin yeniden yürümesi üzerine arabalarına koştular.
Ama aynı sahne defalarca tekrarlandı. Şoför iniyor, kamyonet kasasının yan tarafına sopasıyla sertçe birkaç kez vuruyor, kamyonet kopuyor ve tekrar biniyordu aracına.
Nihayet tepedeki düzlüğe ite kaka, dura kalka vardıklarında, sabırsız bütün sürücüler, birer bire gazlayıp, kamyoneti solladılar. Pencerelerden el kol işaretleri yaparak, grafik birer küfür sallamayı ihmal etmediler.
Yorgun sürücü ise kamyoneti tepenin düzlüğündeki bir kenara çekti ve indi. Tepeden aşağıdaki ovaya ve uzaktaki denize gözlerini kısrak bakıyor, derin nefes alıp terini soğutuyordu.
Hızla geçen konvoyun içerisinden şık ve büyükçe bir araba ayrıldı ve o da kamyonetin arkasında durdu, park etti. İçinden çıkan beyefendi görünüşlü, güler yüzlü, babacan bir adam şoföre yaklaştı. Şoförün omzuna elini dostça koydu ve sordu.
‘Hem yol, hem de yoldakiler sizi yordu değil mi? Üzülmeyin. İşte bu güzel tepede insan soluklanır, dinlenir ve yaşadığını anlar. Eğer sizi rahatsız etmezsem, sormak isterim. Neden sık sık durup kamyonetin kasasına vuruyordunuz sopanızla?..’
Yaşlı şoför, ‘Yüküm çok ağır, beyefendi...’ dedi ‘Yüküm çok ağır...’
Adam anlamadı. Sorgulayarak baktı. Şoför ekledi. ‘Bu emektar kamyonetin taşıma kapasitesi ’ dedi, ‘benim taşımak zorunda olduğum yükün altında. Yokuş yukarı daha da zorlaşıyor.’
Hala bir şey anlamayan adamı kamyonetin kasasının yanına götürdü ve tenteyi kaldırarak gösterdi. ‘Zaten kendi yüklerim var. Kafeslerin yükü var. Kanaryaların ağırlıkları var. Bir de yokuşu eklerseniz, taşıyabileceğimden çok fazla yüküm var. Sık sık kasayı sopalayarak, kanaryaları korkutuyor ve kuşların hiç olmazsa bir süre havalanmasını sağlıyorum. Böylece yükümü hafifletiyorum bir süre için.’
Babacan adam bilgece, ‘Haklısın’ dedi, ‘hepimizin yükü çok ağır bu yaşamda. Yükümüzün bir kısmını sırtımızdan indirip, kaldırmalıyız...’
Yaşam çekici ama zor. Sırtlarımızdaki yükler ağır. Hafiflemesi için yükleri kaldırmanın yolunu bulmak gerekli. Birisi yükümüzü paylaşır mı? Hiç heveslenmeyin. Herkesin yükü kendine.
Keşke bu dersleri daha önce alabilseydim.
‘Yüküm ağır, yolum dik. Sollamak isteyenler ise sabırsız, nankör, insafsız ve de hayasız.’